Sevgili Peygamber Efendimiz zamanında Alkame adında bir genç vardı. Hep taat üzere olup, yaz-kış oruç tutar, geceleri sabaha kadar ibadet ederdi. Bir gün fenalık geçirdi. Dili tutuldu. Rasullah'a haber verdiler. O da Hazreti Ali ve Ammâr bin Yâsir hazretlerini Alkameye gönderdi. Kelime-i şehâdeti söyletmek için çalıştılarsa da dili dönmedi. Hazreti Ali Efendimiz, Hazreti Bilâl-i Habeşiyi Resulullah Efendimize gönderdi, durumu bildirdi. Resulüllah Efendimiz:
— Alkamenin anası, babası var mı? buyurdu.
— Yaşlı bir anası var, dediler.
— Annesini buraya getirin buyurdu. Getirdiler.
— Alkameye ne oldu, anlat! Seninle geçinmesi nasıldır? buyurdu. Annesi şöyle anlattı:
— Yâ Resulallah! Çok iyidir. Zahiddir. Hep ibadet ve taat üzeredir. Ama ben ondan razı değilim...
Resulüllah Efendimiz: "Dilinin tutulması bu yüzdendir. Ona hakkını helâl et de dili açılsın" buyurdu.
— Ey Allah'ın Resulü! O benim hakkıma çok riayetsizlik etti. Hakkımı helâl etmem, dedi.
Resulüllah Efendimiz:
— “Ey Bilâl! Eshâbı topla. Etraftan odun toplasınlar, Alkameyi yakacağız. Çünkü, annesi ondan razı değildir buyurdu.
Annesi:
Yâ Resulallah! Benim oğlumu, benim gözümün önünde mi yakacaksınız? Kalbim buna nasıl dayanabilir? dedi.
Resûlullah Efendimiz:
— Cehennem ateşi, dünya ateşinden çok daha kızgın ve yakıcıdır. Sen ondan razı olmadıkça, onun hiçbir taatı makbul değildir buyurdu.
Kadın feryat etti:
— Yâ Resulallah. Ben ondan razı oldum. Hakkımı ona helâl ettim, dedi ve eve gitti. Eve gidince; Alkamenin sesini duydu. Kelime-i şehadet söylüyordu. Dili açılmıştı. Aynı gün vefat etti. Resulüllah Efendimiz, cenaze namazını kıldırdı. Defnettiler. (Zehebi, el-Kebâir. 1,45. Daru’n-Nedvetil-Cedide, Beyrut, ty.)