Yok, belirtmek zorundayım. Şart değil diyemeyiz. Farzdır deriz. Çünkü ayette geçen "yüdnîne aleyhinne min celâbîbihinne" lafzı üstlerinden sarkıtsınlar demek.
"Ey Nebi. Eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle ki; cilbablarından bir kısmını üzerlerine sarkıtsınlar. İşte sana! Bu onların TANINMALARINA ve eziyet olunmamalarına daha yakındır. Allah daima Ğafur ve Rahim olmuştur."
Bu ayeti kerimede geçen "Celabib" kelimesinin müfredi "Cilbab" kelimesine, Sahabe ve tabiin birkaç mana vermiştir.
İbni Abbas (ra)dan rivayet edildiğine göre, BAŞTAN AŞAĞI örten dış elbisedir.
İbni Cübeyr (ra) ve bazı ulemaya göre "Milhafe" ve "Mıkne'a"dır. Bu da yüzle birlikte bütün bedeni örten peçe ve çarşaf anlamındadır. (Beyzâvî, nesefî, âlûsî)
Diyanet eski reislerinden Ömer Nasuhi Bilmen, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Konyalı Mehmed Vehbi Efendi ve İzmirli İsmail Hakkı (rh) gibi son devrin en büyük müfessirleri Cilbab kelimesine ilk olarak Çarşaf, sonra ferace manası vermişlerdir. (Buradaki ferace, günümüz feracesi değildir.)
Dolayısıyla burada örf de nazara itibara alınacak olursa, şehir kıyafeti olarak, özellikle de Osmanlı kültürümüzde Çarşaf öne çıkmaktadır.
Nitekim Elmalılı merhumun; "Bizler yetiştiğimiz zaman memleketlerimizde validelerimizin tesettür tarzı çarşaftı. 1310'da (hicri) İstanbula geldiğim zaman, İstanbul hanımlarının bir peçe ilave edilmek ve elde açık bir şemsiye bulundurmak şartı ile tesettür tarzları da bu idi!" Şeklindeki beyanları bu örfü bize anlatmakta yeterlidir. Ancak Acem yurdunda ferace ve çarşaf kullanıldığı gibi, Anadolu'da atkı-şalvar, Erzurum yöresinde İhram ve Karadeniz bölgesinde peştemal-dolaylık isti'mal edilmiştir.
Şu kadar var ki; bu örflerin her birinin İSLAM'DA KABUL OLMASI BİR TAKIM ŞARTLARA BAĞLIDIR.
a) Tepden tırnağa tüm bedeni örtmesi
b) Hiçbir uzvun şeklini belli etmeyecek derecede bol olması ki; bu 2 şart dikkatle düşünülecek olursa, günümüzde gelenek olarak bilinçsizce giyilen atkı-şalvar ve peştemal-dolaylığın bu şartlara haiz olmadığı ortadadır. Hatta bazı yörelerin kullandıkları dize doğru çekilmiş çarşaflar bile bu şartlara uygun değildir.
Dolayısıyla isim takıntısından ziyade, burada zikredilen şartların aranma zorunluluğu vardır. Ama şu demek değildir ki; "Örtün de, nasıl örtünürsen örtün!"
Zira burada "Örtünsünler" buyurulmamış, bilakis "Cilbablarını üzerlerine çeksinler!" Buyurularak, cilbab namında bir isim belirtilmiştir.
Demek ki; Allahü tealanın kadınlara emri, bu şartlara UYAN çarşaflara bürünmeleridir.
c) İçindeki şahsı süslü ve cazip göstermemesi
d) iç gösterecek şekilde şeffaf olmaması
e) Yüz avret değilse de, zamanımızdaki fitne göz önünde bulundurularak, çarşafın çene altından değil de, burun altından bağlanması
f) Allı pullu ve gösterişli renk ve şekillere sahip olmayıp, erkeklerin nazarlarını bertaraf edecek bir özellikte olması ki; bu yüzden siyah renk kullanılmalıdır.
Nitekim Ümmü Seleme (ra) validemizin: "Üzerlerine çarşaflarını çeksinler! Ayeti kerimesi inince, Ensar hanımları dışarı çıkarken BAŞLARI ÜZERİNDE KARGALAR VARMIŞ GİBİ SİYAH KİSVELERE BÜRÜNDÜLER." Şeklindeki beyanı bu hususta yeterli bir delildir.
Bu şartlar göz önünde bulundurulduğu takdirde günümüz müslüman kadınlarının giydikleri abaye, manto, etek-bluz, pardösü gibi kıyafetlerin islamla uzaktan yakından alakası olmadığı açıkça ortaya çıkar. Zira bu tür kıyafetler ve üzerlerine atılan süslü püslü başörtüler, tepeden tırnağa tüm bedeni örtmemekte, örtse de şekli belli etmekte, şekli belli etmese de giyimi cazip göstererek dikkatleri üzerine çekmektedir.
Halbuki islamın istediği tesettür şekli, içindekinin genç mi-yaşlı mı, güzel mi-çirkin mi olduğunu belli etmeyecek bir örtünmedir."
Ben beyan etmek zorundayım, size söylesem siz kızacaksınız, söylemesem Allah. Ben Allahın bana kızmasından korkarım. İnşallah açıklayıcı olmuştur.