"Dördüncü Hastalık: 'Sû'-i zan'dır. Evet insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir."
Hüsnüzan; iyiye yormak, müsbet yorumlamak demektir. Zıddı, suizandır. Şehir şehir dolaşıp konferans veren bir kişi hakkında iki türlü değerlendirme yapılabilir: Birisi, “Bu adam çok hamiyetli ve gayretli. İnsanlara faydalı olmak için durup dinlenmeden çalışıyor.”
Böyle düşünmek hüsnüzandır, güzel bir yorumdur.
Diğer yorum ise, “Bu adam ya mebus olmak ya şöhret kazanmak yahut maddi bir menfaat için dolaşıyor.”
Böyle bir yorum ise suizandır.
Bir sonraki cümlede suizannın kaynağı şöyle nazara veriliyor:
“Kendisinde bulunan sû'-i ahlâkı, sû'-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmesin.”
Verdiğimiz örnek üzerinde konuşacak olursak, bu konferansçıya suizan etmenin kaynağı sû’iahlâktır. Yani, suizan eden kişinin iç âleminde şu değerlendirme hakimdir:
“Ben bu kadar şehir gezsem, bu kadar insana hitap etsem, karşılığında ya maddî bir kazanç yahut şan ve şöhret beklerim. O halde bu adam da bu işi böyle bir maksat için yapmaktadır.”
Böylece kendi kötü ahlâkını ve kötü niyetini o adama da teşmil etmiş olur.
Suizan hastalığına yakalanan kimse, bunun bir günah olduğunu dikkate alarak, kardeşliğin ve sevginin bu büyük düşmanına karşı iç aleminde cephe almalı ve nefsine şu mesajı vermelidir:
“Sende bir eğrilik ve bir yanlışlık olmasa böyle düşünmezsin. Öncelikle seni bu kötü düşüncelerden kurtarmak gerekiyor.”
"Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin."
"Binaenaleyh eslaf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek, sû'-i zandır. Sû'-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı zedeler."(1)
Hüsnüzannın gereği, başkalarının “hikmetini bilmediğimiz işlerini” kötülemekten ve çirkin görmekten sakınmaktır. Bu genel bir tavsiye olmakla birlikte, ikinci cümlede, söz yine eslaf-ı izama getirilir ve özellikle onların hallerini beğenmemekten, onlara suizan etmekten hassasiyetle kaçınmamız istenir. Çünkü, onlara yapılan suizan ferdî olmakla kalmaz, onların izinde giden, onları mürşit edinmiş kişilere de zarar vereceğinden toplum hayatında büyük yaralar açabilir.
Üstat hazretleri mazide İslâm’a büyük hizmetlerde bulunarak bu dinin bize kadar ulaşmasında emeği geçen âlim ve mürşitlere hürmet ve muhabbet üzerinde önemle durur. Onların, hikmetini bilmediğimiz bir sözünü ele alıp, o büyüklerin bütün kemallerini ve hizmetlerini inkâr yoluna gitmek en azından insafsızlıktır. En azından diyoruz, çünkü onları nazarlardan düşürmek İslâm’a da büyük bir zarardır.
Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinden önemli bir ölçü:
Üstat hazretleri Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin mesleğini bugünkü insanlara anlatmanın zarar olacağını, o mesleğin şaşaalı görünmekle birlikte sahabe mesleğine göre “nakıs bir meşreb” olduğunu ilmen ispat etmekle birlikte, Muhyiddin-i Arabi Hazretleri için “Ulum-u İslamiyenin bir mucizesi”, Vahdetü’l-Vücut için de “salih bir meşrep” tabirlerini kullanarak talebelerini o büyük zata ve mesleğine suizan beslemekten ve karşı çıkmaktan hassasiyetle korumaktadır.
Meselenin bir de manevî sorumluluk boyutu var. Onun da önemle dikkate alınması gerekiyor. Bir askerin onbaşıya karşı gelmesiyle ordu komutanına karşı gelmesinin cezaları birbirinden farklıdır. Makam yükseldikçe ceza da artar. Birincisinde sadece birkaç tokat yemekle kurtulsa da ikincisinde hapse girmesi mukadder olur.
Aynı şekilde avamdan bir mümine suizan etmekle, bir büyük veliye yahut bir peygambere suizan etmenin de manevî sorumluluğu birbirinden çok farklıdır. Dilimizi bilgisizce, gereksiz olarak ve hissimize kapılarak kullanıp kendimizi tehlikeye atmaktan hassasiyetle uzak durmamız gerekiyor.
“Sû'-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı zedeler.” cümlesinde suizannın sadece manevî sorumluluk getirmekle kalmayıp maddî hayatımıza da zarar verdiğine dikkat çekiliyor.
Üstat Hazretleri terakki ve asayişin üç esasını şöyle tespit eder:
“Mesailerin tanzimi, mabeynlerindeki emniyetin tesisi, teavün düsturunun teshili.”(2)